16 Eylül 2010 Perşembe

Kısa Bir Film Şeridi

Bazen çok ciddi migren ağrılarım tutar benim. Kafamı yataktan kaldırmak istemem, istesem de yapamam. Karanlık en iyi arkadaşımdır öyle zamanlarda, sessizlik de öyle fakat bugün öyle olmadı. Daha doğrusu olamadı.


Aklımda bir sürü yapılması gereken şey vardı, hep ertelediğim. Onları düşünürken ne olduysa, nasıl olduysa bir anda kendimi 2004 senesinde buldum. Bir kutum var benim parlak mor renkte, içinde tam üç seneyi barındıran. Onu buldum ve yine başladım kurcalamaya. O zamanki sevgilimden arta kalan her şeyi önceden defalarca okumama, incelememe rağmen bunu tekrar ettim. Bitişi güzel olmasa da hayatımın en güzel dönemiydi diyebilirim. Başkaları için değil, kendim için yaşamaya başladığım zamanlardı o yıllar. Omzumda dünyanın yükü olduğu halde hiçbir şeyi umursamadan yaşadığım o yıllar. Bir daha öyle yaşayamayacağımı bildiğim için her defasında ''iyi ki yapmışım'' dediğim o yıllar. Hani bazen ya da bir zaman insanın içinde ''keşkeler'' olur ya, işte buna dair keşkelerim hiç olmayacak benim. Şu an hala cefasını çektiğim bir şeye bile sebep olan o günler için bir kere bile pişmanlık duymadım.


Üç senenin sonunda artık bitmesinin gerektiği o zamanlara gelmiştik, bu durumu kabullenemiyordum ama farkındaydım aslında. Onun artık benden çok uzaklarda olacağını bilmek, özellikle de başka birisini sevebilecek olma ihtimali deli ediyordu beni. Gün geldi, çattı. Bitti. O yoktu artık. Beni elimde içi 'bizimle' dolu olan mor kutumla bırakıp gitti. Öleceğimi düşünmüştüm ama insan ölmüyor, aşktan ölmüyor insan. Aşksızlıktan da. Çünkü hep yeni birisinin olma ihtimali var. Sadece o süreç önemli. Kendi kendimi iyileştirdim ben. Evet, çok acı çektim hatta ağlamaktan yorgun düştüm günler boyunca. Ama hiçbir şey olmadı, ondan sonra yine aşık oldum. Yine ve yine. Ondan önce de olmamış mıydım zaten? Bu bir döngü işte.


Başka hiçbir şeyi değil, 'o kutuyu' saklamamın tek sebebi ise bu zamana kadar sadece o kutunun içinde barınan adamı hayatımda hala barındırdığım içindir. Zaman içinde en yakın arkadaşım olan bu insanı neden mi anlattım? Çünkü bu hayatın bana 'büyük konuşmamayı' öğrettiği yaşanmışlığımdır. Bir insandan nefret etmeden önce onun eksilerini, artılarını gözünüzün önüne getirin. Evet, zor. Çok zor ama imkansız değil. Zaman her şeyin ilacıdır klişesi tam da burda devreye giriyor zaten.




Yani, benim kalbim aşkla dolup taştıkça herkesi sevebilirim..


Lhasa'nın da dediği gibi: ''Love came here and never left..'' ---> http://fizy.com/#s/1ls5yn


Bailey

Merhaba! Bana Kısaca 'B' Diyebilirsiniz.


Bunu yapmak için çok geç olduğunu düşündüğüm bir anda yaptım işte, yaptım oldu. Hiçbir şey için geç değildir, olmamalı da. Kristal gemimin içinde yaptığım tüm yolculukları sizinle paylaşmak için buradayım artık.

25 sene önce bu gemiye bindiğimde hayatın bana sunacakları hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Birçok şeyden bi' haber salınmaya, gülmeye, eğlenmeye kısacası 'yaşamaya' başladım ben.



Çocukluğumda çok sakindim, her şeyi içime atar, kalabalıkların içinde kendimi çok rahatsız hissederdim. Yalnız kalmak, ne yaşıyorsam hep tek başıma yaşamak isterdim. Narindim; çok çabuk kırılırdım her şeye ve alıngandım; olmayacak şeyleri kafama takar, yine yalnızlığıma dönmek isterdim. Buna rağmen kocaman bir kalbim vardı benim. Etrafımdaki herkes benim için çok değerliydi; kendi penceremden onlara baktığım zaman hiçbirini birbirinden ayırmazdım, hatta içimden düşünürdüm, 'Hepsine aynı şiddetle sarılıyorum değil mi ben?' diye. Eğer kendi kendime verdiğim bu cevap beni tatmin etmezse bir dahaki sefere herkese 'aynı şiddetle' sarılmaya özen gösterirdim. Evrendeki tüm canlılar benim dostumdu sanki. Yolda yürürken karıncaları ezmemeye çalışırdım, nerde bir kedi görsem yanında biterdim; nedense bıyıklarına hayran hayran bakardım kedilerin. Zaten zaman içinde evde beslemediğimiz hayvan kalmamıştı. Sırasıyla muhabbet kuşlarımız, kaplumbağalarımız, köpeklerimiz, kedilerimiz ve tavşanımız!  

O küçük dünyamda öyle çok şey düşünüyordum ki içinden çıkamadığım her şeyi bıkmadan usanmadan sorup duruyordum. Yine o günlerden birinde, ağaçlar ve çiçekler aklıma takılmıştı. Nasıl oluyordu da her mevsimde değişik görünüyorlardı? Bir gün anneannem bana, ''Biliyor musun, eğer çiçeklerle konuşursan onlar seni duyar ve sana çiçek açarak cevap verirler.'' demişti. Bunun üstüne elime geçen her fırsatta ailenin tüm kadınlarına saksıda çiçek almaya başlamıştım. Onlara hediyemi verirken tavsiyede bulunmayı da ihmal etmiyordum: ''Şimdi sana bir arkadaş hediye ediyorum, ama eğer onu sevmezsen ölür, çok üzülürsün. Bu yüzden sana verdiğim hediyeye çok iyi bak ve onunla konuş.''  Bununla da kalmayıp onları her ziyarete gidişimde hediye ettiğim çiçekleri kontrol ediyordum. 
Böyle öğrendim ben sevginin nasıl güzel bir şey olduğunu. Çok şanslıydım ayrıca, kocaman ve mükemmel bir ailem vardı. Bana sahip olduğum her şeyin kıymetini bilmemi öğreten, kötülüklerden uzak tutan ama kötülüğün de ne demek olduğundan habersiz kalmamamı sağlayan.

Ve bir gün büyüdüm. Yani eskiye nazaran büyüktüm. Yine sorularım vardı aklımda ama içerikleri değişikti. İnsanın büyüdükçe 'neden' sorularının azalmadığını, tam aksine arttığını öğrendim. İnsanın büyüdükçe daha çok şey öğrenmesi 'gerektiğini' öğrendim. Bunları öğrenirken de yavaş yavaş kabuğumdan çıktığımı ve aslında gemimin rotasını sadece benim değiştirebileceğimi farkettim. Fırtınalar ve dalgalar karşısında gemimin ayakta kalabilmesi için kendime güvenmeyi öğrendim. Artık kendi ayaklarımın üzerindeyim, gemimin tek kaptanıyım, aldığı birçok darbeye karşı masmavi sularda parlayan o güzel gemimin.


Bailey
Related Posts with Thumbnails